8 Ocak 2014 Çarşamba

Oldboy (Oldeuboi-2003) İhtiyar Delikanlı

“Biz birbirimizi her şeyi bilerek sevdik.. Siz aynısını yapabilir misiniz? “ Bu filmi hem çok sevecek, hem de nefret edeceksiniz!
Benim için her şey yaklaşık bir ay önce şu an yaşadığım eve taşındığımdan beri bir türlü koyacak yer bulamadığım için dokunmadığım kutuları temizleme kararı almamla başladı. O kutulardan birinde Mayıs 2008 tarihli bir Empire dergisi buldum. Üzerinde kocaman ” Dünya Sinema Turu: Bu ay Güney Kore” yazılıydı. O zamanlar hiç ilgimi çekmemiş olan bu başlık şimdilerde Güney Kore kültürüne olan ilgim sebebiyle hemen heyecanlanmama sebep oldu. Bir sürü filmden sözedilmesine rağmen dikkatimi en çok iki film çekti. Biri Yeopgijeogin Geunyeo diğeriyse dergide unutulmaz kere olarak bir sahnesinin fotoğrafı koyulmuş ve bu sebeple meraklanmama neden olmuş olan İhityar Delikanlı. ( O sahnenin hakikaten benim için de unutulmaz olacağını tahmin bile edemedim. )
İki gün önce filmi izledim ve şu zamana kadar nasıl yazacağım hakkında kara kara düşündüm. Çünkü ne yazsam yetersiz olacaktı ya da yeterli bir yazı yazmaya yaklaşmak istersem de bol bol spoiler vermek zorunda kalacaktım. Seçeneklerim arasında yazmamak yoktu çünkü bu film kesinlikle izlenmeli. Bir kişi bile tesadüf eseri yazımı okuyup bu filmi merak ederse benim için ve izleyen için kardır. Bu yüzden yaklaşık beş saat boyunca bilgisayarımın başına kitlenip, filmin müziklerini dinleyerek, zaman zaman geri dönüp bazı sahnelerini bir daha bir daha ve bir daha izleyerek (Mazoşist miyim ben? ), bolca araştırma ve hakkında bir sürü yazı okuyup, bir türlü sıraya ve düzene sokamadığım notlar tutup, hala nasıl ilerleyeceği konusunda bir fikrimin olmadığı yazımı yazmaya başlamış bulunmaktayım. Karar vermek ve yazmak zor olsa da FİLMİ İZLEMEMİŞ OLANLAR İÇİN YAZININ GERİ KALANININ OKUNMAMASINI TAVSİYE EDİYORUM. BOL MİKTARDA SPOILER İÇERİR. Üzgünüm ama en azından benim için İhtiyar Delikanlı hakkına yazmanın başka bir yolu yok. Zaten filmi izlerseniz eğer film hakkında bir şey bilmeden izlemenin ne kadar doğru bir karar olduğunu anlayacak ve bana hak vereceksiniz. Ben izlemedim ama yinede okuyacağım diyorsanız eğer buyurun, okuyun. Filmin tadı kaçacak sanmayın ve yine de izleyin.
Oh Dae Su ( Min Sik Choi) evli ve bir kızı olan, alkolle başı birazcık dertte olan bir adamdır. Kızının doğum gününde alkollu olarak bir kavgaya karıştığı için karakola düşer. Yakın arkadaşı Joo Hwan No ( Dae Han Ji) onu karakoldan çıkartır ve Dae Su’nun ailesini haberdar etmek için onları bir telefon kulübesinden arar. Bu sırada Dae Su ardında kızına aldığı hediyeyi bırakarak ortadan kaybolur. Dae Su kaçırılmış ve stuido dairelere benzeyen bir hücre içerisine habsedilmiştir. Hücresinde tuvalet, yatak, masa ve televizyon vardır. Başlarda neden hapsedildiğini ve ne zaman bırakılacağını bilmediği için sürekli direnen Dae Su bir çok kez kendini öldürmeyi denesede hep onu hapseden kişiler tarafından kurtuarılmıştır. Kapalı kaldığı süre boyunda ruhsal sağlığını koruması için sürekli içeceklerine ilaç koyulur ve hipnotiz edilerek ve gazlar yardımıyla kontrol edilir.Direnmenin işe yaramadığını anlar ve sonunda kendini bırakmaktan başka çare bulamaz. İsyan etmeyi bırakıp günlerini televizyon izleyerek ve bu güne kadar yaptığı kötülükleri yazarak geçirmeye başlar. Bir gün haberlerde kendi adını ve karısının adını duyar. Haberlere göre Dae Su karısını öldürmüştür. O hücrede geçirdiği her yıl için eline bir çentik atan Dae Su hipnoz edilerek serbest bırakıldığı zaman elinde tam on beş tane çentik vardır. Karısını öldürdüğü sanıldığı ve hapsedildiği için yakalanamamış olan Dae Su serbest bırakıldıktan sonra polislere gidemez. Ancak cevabını almak istediği bir sürü soru vardır. Onu hapseden kimdir ve neden hapsedilmiştir?
Cevaplarını aradığı sırada Mido ( Hye Jeong Kang ) adında bir kadınla tanışır ve birbirlerine aşık olurlar,Dea Su Mido’nun yanında yaşamaya başlar. Mido, Dae Su’ya hem intikamını hem de sorularının cevaplarını almada yardım edeceğini söyler. Dae Su Mido’nun ve en yakın arkadaşı  Hwan No’nun da yardımlarıyla  onu hapseden adamın izini  bulur. Hemde çok yakınında, Mido’nın dairesinin tam karşısında… Oraya gittiğinde kendine Evergreen adını takan ve onu hapseden adamı karşısında bulan Dae Su, kendini bir oyunun içinde bulur. Evergreen’in dediğine göre neden sorusunun cevabını bulamayacaktır, eğer bulursa Evergreen kendini öldürecektir ve Mido’ya dokunmayacaktır. Dae Su, Mido’nun adını duyar duymaz adama saldırsa da intikam için mi yoksa cevaplar için mi yaşıyorsun sorusuyla kendine gelir. İnternetten Evergreen adını araştırıp  Hwan No’yla beraber okudukları ama Dae Su’nun daha sonra başka bir okula transfer edildiği liselerine ulaşırlar. Oraya giderek aynı dönemde okuduğu herkesin fotoğrafına bakarak Evergreen’in asıl adının Lee Woo Jin (Ji Tae Yu) olduğunu ve Lee soo Ah  ( Jin Seo Yun) adlı bir kız kardeşi olduğunu ancak kız kardeşinin Dae Su okuldan ayrıldıktan sonra hamile olduğuna dair çıkan dedikodulara dayanamayıp, intihar ettiğini öğrenir. Okulun bahçesine dolanır ve işte o zaman bazı anıları hatırlamaya başlar. Dae Su daha önce Woo Jin’in kardeşiyle okuldan ayrılacağı gün tanışmıştır. Tanıştıkları andan kısa bir süre sonra hiç bir şey demeden yanından giden kızı merak edip takip ( Filmdeki muhteşem flashback) etmiş ve görmemesi gereken bir şey görmüştür. Soo Ah abisi Woo Jin’le sevişmektedir. Bunu arkadaşı Hwan No’ya söylemesiyle bu olay bütün okul tarafından öğrenilmiş ve kız da dayanamayıp intihar etmiştir. Artık sebebi öğrendiğine göre Woo Jin’in dediği gibi kendini öldürmesi gerekmektedir. Ancak işler Dae Su’nun beklediği gibi gitmeyecektir.
İhityar Delikanlı  herkese hitap eden bir film olmamasına rağmen kesinlikle ve kesinlikle herkesin izlemesi gereken bir film. Kan, vahşet, şiddet midenizi zorlasa da tek bir sahneyi çıkarttığınız anda iskambil kağıdından yapılmış bir kulenin ortasından bir kağıt çekmişiniz gibi yıkılacaktır film. Her şey yerli yerinde ve dozunda. Ne kullanılan çıplaklık gereksiz ne de o muhteşem sevişme sahnesi, ne o işkenceler ne de kan. Empati düzeyi yüksek biri olarak, izlediğim zaman kendimi hem karakterlerin yerine koymaktan pişman olduğum hem de bundan kendimi alamadığım, hiç biri olmak istemeyeceğim ama o yaşamak istemeyeceğim anların mazoşistçe ve sadistçe hoşuma gitmesiyle beni allak bullak eden ve bitti derken başlayan bir yapım. Bitti derken başlayan çünkü etkisinin günlerce, haftalarca hatta şahsen yıllarca geçmeyeceğinden eminim. İçinize, ruhunuza işliyor.Bu filmde Hollywood yapımlarında olduğu gibi iyi ve kötü açık ve net değil.Kim haklı kim haksız diye düşünerek kendinizi paralayacak ve herkesin haklı ve kimsenin haklı olmadığı gerçeğiyle gönlünüzdeki haklıyı inkar edemeyip, işte hayat diyeceksiniz. Woo Jin ‘in Dae Su ‘ ya dediği gibi ” Daha büyük bir hücrede yaşamak nasıl?”
Değinmeden geçemeyeceğim bir kaç sahne var ki filmin özetini yazarken bahseder gibi yapmıştım. İlk sahne İhtiyar Delikanlı denildiğinde belki de akla ilk gelen sahnedir. Ahtopot sahnesi. Çekimler sırasında tam dört tane ahtopot yemiş Min Sik Choi. Üstelik bir Budist olmasına rağmen. Her ahtopot için ayrı ayrı dua etmiş ve inancı gereği onlardan özür dilemiş. Bu arada Güney Kore’de yenen bir yemek evet ama bir çok kişi ahtopot yerken vantuzlarının boğazlarına yapışması sebebiyle hayatını kaybedebiliyor. Budist olduğu için daha önce hiç yemediğini düşünüp tecrübesi olmadığını da hesaba katarsak oyuncu gerçekten büyük bir tehlikeye atmış kendini bu film için.
Bahsetmek istediğim diğer bir sahne Dae Su’nun hapsedildiği yere gittiği zaman ki o muhteşem dövüş sahnesi. Üç gün boyunca tekrar tekrar çekilmiş bir sahne. Hiç bir şekilde montajlanmadan direk koyulmuş filme. Dört dakikalık bir dövüş sahnesi tek çekim, dublörsüz… Üstelik gerçekçi. Pes!
Diğer bir sahne, Dae Su ‘nun eski okulunda anılarını hatırlamaya çalışıp kendi gençliğini takip ettiği o muhteşem flashback sahnesi. O nasıl bir zeka, nasıl bir çekimdir akıl sır erdiremedim. Kesinlikle olağanüstü.
Bir başka sahne Dae Su’nun dilini kestiği sahne. Herhalde filmin en can alıcı sahnesi burası. Hemen öncesindeki yalvarmadaki süper oyunculuk – ki çoğunluğu doğaçlamaymış,aynı filmin başındaki karakol sahnesinin çoğu gibi- ve akabinde Woo Jin ‘in Soo Ah’ı benim aletim değil senin dilin hamile bıraktı demesine gönderme olarak Dae Su’nun kendi dilini kesmesi söylenecek söz bırakmıyor insanda.
Aynı sahnenin devamında hem Dae Su’da hem de seyircilerde yok artık tepkisine sebep olan ve yıkımın doruk noktası diyebileceğimiz sahne. Dae Su’nun Woo Jin’i öldüreceğini sandığı tuşa basıp Mido’yla sevişmelerinin ses kaydını duyması. ( Eğer spoiler umurumda değil diyip okumaya devam edenlerdenseniz bu cümle sizin için bir şey ifade etmeyecektir. Yani hala en alıcı noktayı söylemedim, söylemeyeceğim. )
Ve tabi ki yazımın başında bahsettiğim unutulmaz kare…Woo Jin’in flashback’ini asansördeki intiharına bağlayan akıllara zarar sahne. Hem geçişteki zeka ve kusursuzluk hem de bu güne kadar izlediğimiz bütün kafaya mermi sıkmaların yalan olduğu gerçeklikteki intihar. Bu sahne hakkında kötü tek bir söz bile söylenemez. İmkansız!
Ayrıca yönetmen Chan Wook Park felsefe mezunu. Acaba öyle olmasaydı şu an hem bu filmi izlediğim için kendimle gurur duyuyor hem de pişman oluyor olabilir miydim? (Herkes kendi işini yapsın gibi bir cümle daha kurmayacağım bir daha.) Ayrıca Quentin Tarantino yönetmen Chan Wook Park’ın çok büyük bir hayranı ve İhityar Delikanlı Tarantino’nun jüri başkanlığı yaptığı Cannes Film Festivali’nde Juri özel ödülü olan Grand Prix’i aldı. (Hayranlarından özür dilerim,  Tarantino biraz Chan Wook Park ‘dan bir şeyler öğrense tadından yenmez ama eline su dökemiyor şu durumda. )
Kısaca film için şöyle diyebilirim: İntikam almak isteyen birinin aslında ne kadar büyük bir intikamın kurbanı olduğu gibi enteresan sonuç çıkarılabilecek, kötülüğün zekaya ihtiyaç duymasına en güzel örnek.
                                                                                                KAYNAK:http://www.sinemakulubu.com/

1 yorum: