4 Ocak 2014 Cumartesi

Worm Bodies (2013) Sıcak Kalpler

George Romero sayesinde sinema sevdamızın merkezinde kendine özel bir yer edinen zombi filmleri genel olarak iki ana tür altında varlığını devam ettirdi. Romero, zombileri korku malzemesi yaparken aynı zamanda onların varlığını kapitalist sistemi ve ahlaksız düzeni eleştirmek için kullanmıştı. Açıkçası günümüzde korku türünde Romero’nun bu konseptini zenginleştirebilen sinemacılardan bahsetmek zor. Zira kahramanlarını alışveriş merkezine hapseden ya da sağ kalan insanları zombi diye öldürenlerin üzerine söylenecek pek fazla bir söz kalmamıştı zaten.
Bunun farkında olan yeni nesil sinemacılar zombileri modernize ederken Romero göndermelerine hatta bizatihi yeniden çevrimlere yüklendiler. Zombileri konu alan diğer ana tür ise komedi oldu. Yaşayan ölülerden kaçan insanların birbirinden absürt durumlarla karşılaştıkları ve hem aşkı hem de içlerindeki kahramanı keşfettikleri komediler…Özellikle son dönemde arka arkaya azımsanmayacak sayıda zombi komedisi izler olduk.
2 “Warm Bodies” ise bir tutam korkutarak, bir tutam da gülümseterek seleflerini yad ederken bir yandan da zombi külliyatı için kendine özel bir yer açmayı hedefliyor. Zira karşımızda özellikle genç seyirciyi cezbedecek bir aşk hikayesi var; ‘zombiler de sever’ misali… Tüm dünyayı etkileyen bir salgından sonra hayatta kalmayı başaran insanlar, yüksek duvarlarla örülü şehirde yaşamlarını sürdürürken zombiler ise havaalanını kendilerine mesken tutmuş ve ‘beslenmek’ için gruplar halinde merkeze inmekte. Zombilerden biri olan R (isminin başharfi bu ve tam adını hiç hatırlamıyor) bir baskın sırasında gördüğü Julie’ye aşık oluyor. R, Julie’nin sevgilisini öldürüp beynini de afiyetle yiyince (böylece onun hatırlarını da edinmiş oluyor) genç kıza aşkı daha büyüyor. Onu diğer zombilerden koruyup kolluyor ve ikisinin arasındaki bağ, zamanla diğer zombilerin de kalplerini çalıştırmaya başlıyor.
Isaac Marion’un romanından uyarlanan “Warm Bodies” her ne kadar zombi dünyasına yeni bir soluk getirmiş izlenimi verse de aslında hep gözümünüzün önünde duran kaynaklardan alıyor gücünü. Öncelikle bu öykü, temelinde bir nevi Güzel ve Çirkin aşkı… Zombiler de dost olabilir mantığı ise “E.T.”nin dost uzaylı temasına yakın duruyor. Aşkın sayesinde bir topluluğun hayatının tümden değişmesi ve ‘renklenmesi’ ise adeta bir “Pleasantville” vakası… “Warm Bodies”in başarısı, bütün bu klasikleşmiş dokunuşları sinemanın tıpkı vampiler gibi bir diğer antikahramanı olan zombilere yüklemiş olması. Dolayısıyla bu filmde zombiler ‘öteki’ ya da ‘kötülüğün tezahürü’ değil kalp sahibi olan ama bunun farkında olamayan, ‘dönüşebilir’ varlıklar olarak resmediliyor.
Bu durumda da öykünün başkötü yani öteki kadrosunu ‘Kemikliler’ adlı iskeletler devralıyor. Dolayısıyla onların acımasızlığının, vahşiliğinin ve aşktan etkilenmeyişlerinin nedeni de kalpsiz oluşlarına bağlanıyor. Bu da insanları kalpsizleştiren kapitalist zihniyete yönelik bir eleştiri olarak algılanabilir elbette.
3
50/50”de kanser hastalığından aşk ve dostluk üreten yönetmen Jonathan Levine, “Warm Bodies”de de zombiden sempatik bir aşık yaratmayı başarıyor. Üstelik bunu kendine özgünlük alanı açarak ama bir yandan da popüler sinemanın kalıplarına bağlı kalarak gerçekleştiriyor. Zombilerin arafta kaldıklarını ima edercesine, mekan olarak seçilen havaalanı atmosferi ne kadar ironikse R’a makyaj yapılırken Pretty Woman şarkısının çalması da o kadar mizahi mesela…
Filmin inandırıcılığında en büyük pay sahibi kuşkusuz Zombi R’ı canlandıran Nicholas Hoult. Yakın zaman önce Bryan Singer’ın “Jack the Giant Slayer”ında izlediğimiz genç oyuncu, başarılı makyaj çalışmasının da avantajıyla zombi külliyatına zengin bir karakter kazandırıyor.
Aşkı, zombileri hayata döndürme anahtarı olarak kullanan “Warm Bodies”e ilişkin yurtdışındaki tepkilere bakılırsa çoğu eleştirmen R ile Julie’nin aşkını, Alacakaranlık serisindeki Bella ile Edward’ın ‘evli ve çocuklu’ ilişkisindan daha inandırıcı ve samimi bulmuş. Bu yoruma katılmamak elde değil. Zira uykulu gözleriyle seyirciyi bayan Edward yerine feri gitmiş ama sevdiceğine hayranlıkla bakan ve muhtemelen isminin başharfini Romeo’dan almış görünen R’ın romantik macerası, nice göstermelik aşk filmini cebinden çıkarıyor.

                                                                                                            KAYNAK:http://www.sinemakulubu.com
FRAGMAN 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder